adele hayranları her yaştan her kitleden :)
dünyanın ilk fastfoodu SİMİT
19 Kasım 2012 Pazartesi
dünyanın ilk fast foodu simittir :)
işte simidin tarihçesi
işte simidin tarihçesi
Simitin Tarihçesi
Simitin tarihi tahmini 600 yıl öncesine dayanmaktadır.Eğer simitin dünyanın başka neresinde olduğunu merak ediyorsanız,başka bir ülkede olmadığını görürsünüz.
Simitin Osmanlıdaki serüveni 14.yüzyıla kadar dayanmaktadır.Bu yüzyıllarda sultan sofralarında ,saray mutfağında da yerini almayı başarmıştır.Aslında simit bir bakıma saraylı idi.
Hekim Bereket Türkçe el yazması tıp kitabı olan Tufet-i Mubariz adlı eserinin son kısmında Tabiat Name bölümünde yemek çeşitlerinden ve hamur işlerinden bahsederken simitten de bahsetmektedir.
Yeniçerilerin bir kolu olan “Sekban Sınıfı”na ait fırınlarda çalışmak üzere işe başlayanlara simitçi denmekte, saray fırınında “Simitçi Ustası” adı ile çalıştırılan ustalar bulunmakta idi. Görüldüğü üzere
yeniçeriler simidi bolca tüketmişlerdir.
Evliya Çelebinin seyahatnamesinden İstanbul’da simitçilerin 70 fırında, toplam 300 nefer olarak çalıştığını, bunlardan kimisinin de bağlı olduğu fırınların çırakları olarak fırın hesabına çalıştıklarını öğreniyoruz.
Ancak, simitçilerin “Simitçiler, Ekmekçi ve Börekçiler” adıyla dernek kurmaları, 10 Haziran 1910 tarihinde gerçekleşiyor.
XIV. Yüzyılda Osmanlıda simit çeşitli vesilelerle karşımıza çıkıyor. Örneğin Avrupalı ressamlar eserlerinde simit ve simitçilere sıkça yer vermişlerdir. Bunlardan en ünlüsü İtalyan ressam Giovanni Birindesi’dir.
Abdül Mecit devri İstanbul’unu anlatan gravürlerinin pek çoğunda simitçiler bulunmaktadır. Diğer bir ressam ise yağlıboya “Simit Satıcısı” tablosunu da resmeden Warwick Goble’dır.
Simit’in hayatımızdaki yeri sadece II. Dünya Savaşı yıllarında bir süreliğine boş kalmıştır.
II. Dünya Savaşı yıllarında unun az olması nedeni ile bir süre simit yapımı yasaklanmıştır. Çok fazla uzun sürmeyen bu yasaktan sonra un üretiminin normal düzeye çıkması ile yapımı tekrar serbest bırakılmıştır.
II. Dünya Savaşı sonrası satışında farklı yöntemler denenmiş, poşet içerisinde ve farklı şekillerde satılmaya çalışılsa da lezzetinin bozulduğunun görülmesi üzerine tezgâhta simit satışına tekrar dönülmüştür.
Türkiye dışında hiçbir ülkede üretilmeyen simit, susam, un, maya ve pekmez den oluşur.
Üç türü var.
1-Taban simidi: Fırına tıpkı ekmek gibi kürekle atılır.
2-Tava simidi: Tavada pişirilir.
3-Kazan simidi: Az susamlı ve parlak görünüşlüdür.
Simidin rengindeki ve lezzetindeki fark, şehirden şehire değişmesi ise “pekmezleme” denilen aşamanın farklı uygulanmasından kaynaklanmaktadır.
“Pekmezleme işlemi İstanbul’da ‘soğuk’ olarak, Ankara, İzmir, Bursa ve pek çok diğer yörede ise genelde ‘sıcak’ olarak yapılır. Sıcak pekmezlemenin özelliği ise Pekmez ve su yaklaşık bire bir oranında karıştırılıp
bir kap içinde kaynatılır.Halka haline getirilip bağlanmış olan simitler önce bu kaynar pekmezli su içinde bir müddet ön pişirmeye tabi tutulurve hemen ardından susama bulanıp fırına sürülür.
Simitin Osmanlıdaki serüveni 14.yüzyıla kadar dayanmaktadır.Bu yüzyıllarda sultan sofralarında ,saray mutfağında da yerini almayı başarmıştır.Aslında simit bir bakıma saraylı idi.
Hekim Bereket Türkçe el yazması tıp kitabı olan Tufet-i Mubariz adlı eserinin son kısmında Tabiat Name bölümünde yemek çeşitlerinden ve hamur işlerinden bahsederken simitten de bahsetmektedir.
Yeniçerilerin bir kolu olan “Sekban Sınıfı”na ait fırınlarda çalışmak üzere işe başlayanlara simitçi denmekte, saray fırınında “Simitçi Ustası” adı ile çalıştırılan ustalar bulunmakta idi. Görüldüğü üzere
yeniçeriler simidi bolca tüketmişlerdir.
Evliya Çelebinin seyahatnamesinden İstanbul’da simitçilerin 70 fırında, toplam 300 nefer olarak çalıştığını, bunlardan kimisinin de bağlı olduğu fırınların çırakları olarak fırın hesabına çalıştıklarını öğreniyoruz.
Ancak, simitçilerin “Simitçiler, Ekmekçi ve Börekçiler” adıyla dernek kurmaları, 10 Haziran 1910 tarihinde gerçekleşiyor.
XIV. Yüzyılda Osmanlıda simit çeşitli vesilelerle karşımıza çıkıyor. Örneğin Avrupalı ressamlar eserlerinde simit ve simitçilere sıkça yer vermişlerdir. Bunlardan en ünlüsü İtalyan ressam Giovanni Birindesi’dir.
Abdül Mecit devri İstanbul’unu anlatan gravürlerinin pek çoğunda simitçiler bulunmaktadır. Diğer bir ressam ise yağlıboya “Simit Satıcısı” tablosunu da resmeden Warwick Goble’dır.
Simit’in hayatımızdaki yeri sadece II. Dünya Savaşı yıllarında bir süreliğine boş kalmıştır.
II. Dünya Savaşı yıllarında unun az olması nedeni ile bir süre simit yapımı yasaklanmıştır. Çok fazla uzun sürmeyen bu yasaktan sonra un üretiminin normal düzeye çıkması ile yapımı tekrar serbest bırakılmıştır.
II. Dünya Savaşı sonrası satışında farklı yöntemler denenmiş, poşet içerisinde ve farklı şekillerde satılmaya çalışılsa da lezzetinin bozulduğunun görülmesi üzerine tezgâhta simit satışına tekrar dönülmüştür.
Türkiye dışında hiçbir ülkede üretilmeyen simit, susam, un, maya ve pekmez den oluşur.
Üç türü var.
1-Taban simidi: Fırına tıpkı ekmek gibi kürekle atılır.
2-Tava simidi: Tavada pişirilir.
3-Kazan simidi: Az susamlı ve parlak görünüşlüdür.
Simidin rengindeki ve lezzetindeki fark, şehirden şehire değişmesi ise “pekmezleme” denilen aşamanın farklı uygulanmasından kaynaklanmaktadır.
“Pekmezleme işlemi İstanbul’da ‘soğuk’ olarak, Ankara, İzmir, Bursa ve pek çok diğer yörede ise genelde ‘sıcak’ olarak yapılır. Sıcak pekmezlemenin özelliği ise Pekmez ve su yaklaşık bire bir oranında karıştırılıp
bir kap içinde kaynatılır.Halka haline getirilip bağlanmış olan simitler önce bu kaynar pekmezli su içinde bir müddet ön pişirmeye tabi tutulurve hemen ardından susama bulanıp fırına sürülür.
kaynak:http://www.yasinusta.com.tr/kurumsal.php?id=5
Etiketler:
alıntıcık :)
ayrılık
18 Kasım 2012 Pazar
bir insanın ölümünü bilmesi ve sevdiklerine veda etmesi nasıl da yürek burkucu ve ne kadar da onurlu
kazım koyuncu bir sembol harika bir sanatçı olmasının yanı sıra umudun herşeye rağmen umudun ve teslimiyetin..
herzaman rahmet ve derin bir saygıyla anmak dileğiyle..
işte gidiyorum
ve ayrılık şarkısı
kazım koyuncu bir sembol harika bir sanatçı olmasının yanı sıra umudun herşeye rağmen umudun ve teslimiyetin..
herzaman rahmet ve derin bir saygıyla anmak dileğiyle..
işte gidiyorum
Etiketler:
video
bir fırtına
Bir fırtına tuttu bizi deryaya kattı
O bizim kavuşmalarımız A yarim mahşere kaldı
O bizim kavuşmalarımız A yarim mahşere kaldı
O bizim kavuşmalarımız A yarim mahşere kaldı
O bizim kavuşmalarımız A yarim mahşere kaldı
Yeni cezve yeni cezve kaynar kaynamaz oldu
O benim nazlı yarimin dilleri söyler söylemez oldu
O benim nazlı yarimin dilleri söyler söylemez oldu
O benim nazlı yarimin dilleri söyler söylemez oldu
O benim nazlı yarimin dilleri söyler söylemez oldu
Yeni cezve yeni cezve kaynıyor ocakta
Kasatura belimizde A yarim martinimiz kucakta
Kasatura belimizde A yarim martinimiz kucakta
Kasatura belimizde A yarim martinimiz kucakta
Kasatura belimizde A yarim martinimiz kucakta
Mapsanede yata yata yanlarım çürüdü
Pencereden baka baka A yarim ela da gözler süzüldü
Pencereden baka baka A yarim ela da gözler süzüldü
Pencereden baka baka A yarim ela da gözler süzüldü
Pencereden baka baka A yarim ela da gözler süzüldü
Etiketler:
video
EMPATİ..
Adını söylemek bir hayli kolay olsada onu
gerçekleştirmek de bir o
kadar zordur. Empati yaptım bende hayatımda çok değerli olan şeyleri düşündüm. mesela
benim zevkim diyebileceğim türden
filmler veya animelerle(evet hala anime izliyorum zaten animeler yetişkinler için
hazırlanır toplumda bilindiğinin
aksine) alay edildiği zaman yaşadığım iç kırıklığının aynının
fanatikliğiyle aman sende
denilen insanların da yaşadığını fark ettim. Evet
bizim ülkemizde futbol -son zamanlar bu tabu biraz yıkılsada- erkek işi diye bilinir. Ve
futbolu seven ona ilgi duyan kadınlara hep ütopik bir canlıymış gibi bakılır. Yakın
zamana dek arkadaşlarımı anlamaya
çalışsamda hep
içimden bir nasıl ya sesi yükselirdi. Özenle fönlenmiş saçlarıyla
güzelce renklendirilmiş tırnaklarıyla
bir kız stadyumda ya da en sevdiği eşarbı güzelim ayakkabılarıyla.. neden olmasın? Bu gizli kanun da nerden çıkmış?
Ruh ve beden değimliyiz hepimiz?
İşte mesele bu görünüşümüz tamamen biz
değil. Aslında şu ‘biz’ de kim?
İnsanlar dış görünüş ve cinsiyetleriyle varoldukları gibi
hisleriyle arzu ve istekleriylede varlığını belirler. Kalıplara girmek bizim işimiz değil. Yemeği yedikten sonra
mı pişiriyoruz ki yaşadıktan sonra
bunu yaşadığıma göre bunu
seviyorum/sevmeliyim diyelim. Evet empati yaptım,hocanın sorduğu soruyu bildiğim halde yanlış cevapladığım an bana
gülenlerin hepsini nasıl da tek tek dövmek istediğimi başka birine gülerken fark ettim.
Algıda yanılma bizimki hatta algılamama. Sadece
anlamaya çalışmak gerekiyor beklide.
Ya da durun durun anlamaya çalışmayalım
sadece saygı duyalım.
Evet bugünkü
empatimin hüsnü sebepleri beşikt’aşkçılar ve bazı
fener fanatikleri ki fenere rağmen
çok çok sevdiğim insanlardır.
Erkek olsun kadın olsun futbolu
sevebilir,çocuk olsun yetişkin
olsun çizgi film izleyebilir,yaşlı
olsun genç olsun konsere gidebilir müzik dinleyebilir,başı açık olsun
kapalı olsun çirkin olsun güzel olsun esmer olsun sarışın olsun uzun
kısa sarı lacivert siyah beyaz yok yok sarı kımızı olsun J
Arada bir yapın ya bayağı kafa yorduruyor
enerji harcatıyor. Malum herkeste bir enerji patlaması var bugünlerde hem de en negatifinden.
Lafı belki dağıttık toparlayamadık ama empati
yapıyorum J bu kadarından da sıkılmazsınız
canım artık J
saygılarımla
Etiketler:
kalemimden
sınav mı?
pek çok üniversitede vize dönemi veya dönemiydi
bitenlere geçmiş olsun
hala sürünenler varsa Allah kolaylık versin
marmaralı kimyacıların ki bitti
birçok öğrenci için de sınav döneminde yaşanan bir kare :)
bitenlere geçmiş olsun
hala sürünenler varsa Allah kolaylık versin
marmaralı kimyacıların ki bitti
birçok öğrenci için de sınav döneminde yaşanan bir kare :)
Etiketler:
fotoğraf,
kalemimden,
karikatür
sebepler ayrı hüzünler bir dertler ayrı dava aynı
Susadim karanfil
cöllerde kavrulan kurumus toprak gibi
Kelepce vurulmus yemyesil gövdene
Ben ÖZGÜRLÜGE hasret...
cöllerde kavrulan kurumus toprak gibi
Kelepce vurulmus yemyesil gövdene
Ben ÖZGÜRLÜGE hasret...
zulüm dikeni sulamaktır
Adalet nedir? Ağaçlara su vermek Zulüm nedir? Dikeni sulamak
Adalet, bir nimeti yerine koymaktır, her su isteyen tohumu sulamak değil
Zulmedersen kötüsün, gerisin geriye gittin Adalette bulunursan saadete erersin, kalem bunu yazdı; mürekkebi bile kurudu
Adalet, bir nimeti yerine koymaktır, her su isteyen tohumu sulamak değil
Zulmedersen kötüsün, gerisin geriye gittin Adalette bulunursan saadete erersin, kalem bunu yazdı; mürekkebi bile kurudu
Etiketler:
bir demet şiir
dünyadaki zulmü anlayalımhadi (nasıl)
Anlamak
Anlamak yok çocugum, anlar gibi olmak var;
Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var.. |
Necip Fazıl Kısakürek
|
Etiketler:
bir demet şiir
rüzgar ektim fırtına biçeceğim
14 Kasım 2012 Çarşamba
Sıkıldım ayrılsak mı diyorsun
Bir türlü adım atmıyorsun
Anlamadım neyi bekliyorsun
Sanırım hazır değilsin oyalıyorsun
Bu kadar gel git denizlerde olur
Bırak zaten su kendi yolunu bulur
Sıcacık duygular zamanla soğur
Benim için her son bir başlangıç olur
Kim demiş her aşk mutlu biter diye
Ben zaten karda açan çiçeğim..
Kendini düşün ben yine güleceğim
Durgunsun diyenlere inat
Rüzgar ektim fırtına biçeceğim
Ben zaten karda açan çiçeğim
Kendini düşün ben yine güleceğim
Durgunsun diyenlere inat
Rüzgar ektim fırtına biçeceğim
Bir türlü adım atmıyorsun
Anlamadım neyi bekliyorsun
Sanırım hazır değilsin oyalıyorsun
Bu kadar gel git denizlerde olur
Bırak zaten su kendi yolunu bulur
Sıcacık duygular zamanla soğur
Benim için her son bir başlangıç olur
Kim demiş her aşk mutlu biter diye
Ben zaten karda açan çiçeğim..
Kendini düşün ben yine güleceğim
Durgunsun diyenlere inat
Rüzgar ektim fırtına biçeceğim
Ben zaten karda açan çiçeğim
Kendini düşün ben yine güleceğim
Durgunsun diyenlere inat
Rüzgar ektim fırtına biçeceğim
Etiketler:
video
10 kasım herkes ayakta
10 Kasım 2012 Cumartesi
yılın belli günlerinde farkına vardığım bazı şeyler var..törenler..ilkokul, lise hayatımız boyunca zorla yaptırılan törenler yüzünden birşeylere hevessiz ilgisiz oldu bizim kuşak bence. üüniversitede zorlayan da olmayınca hergün bir öncekinin aynı oldu haliyle. ama bazı şeyler ister alışkanlık diyin ister gelenek değişmiyor. toplum olmanın gerekleri var insan olmanın gerekleri var elbette.
işte bu manzaranın benzerini bugün denizin ortasında vapurda yaşadık :) cnn den haberleri dinliyoruz malum saat 9 suları. içimden geçiriyorum 9:05 te ne olacak? ayağa kalktığımda deli mi diyecekler eşlik mi edecekler? ama düşüncelerim yersiz çıktı ve gemi mürettebatıda dahil genç yaşlı dindar laik hepsi ayaktaydı 9:05 te büyük önder Atatürk, silah arkadaşları ve aziz şehitlerimiz için.. kulaklıklar ellerdeki gazeteler yarım bardak çaylar kenara bırakıldı ve siren sesiyle herkes aynı hüznü yaşadı. cidden ağlamamak için zor tuttum kendimi. yıpranmayan bir kardeşlik ve hep daha ileriye gidecek olan Türkiye için. en güzelide siren çalan bir vapurla saygı duruşunda olmaktı. niye bilmiyorum belki bugün nasip olmasaydı 10 kasımda vapura binmek hiç aklıma gelmezdi. belki yine siren seslerini uzaktan duyar saygımı gösterir duamı ederdim. ama fitneyle bölmeye çalışılan o güzelim kardeşliğimiz tam bugün gerçekten anladım.
bu seneki anma törenleri de daha bir güzel göründü gözüme. öncekiler sanki biraz daha amacından uzak gösteriye yönelikti(Ankara için demiyorum kesinlikle ne haddime çevremde gördüklerimden bahsediyorum)
Ata'yı başka türlü göstermeye kendisinin de eminim tercih etmeyeceği türden vasıflarla anıyorlardı. benim naçizane fikrim sonsuzluk kavramının yanlış kullanılmasında. olayları abartmamak lazım. Atamızın kurduğu cumhuriyet ve onun ilkeleri ölümsüz kendisi değil. o gerçekten ileri görüşlüydü ve biz varlığıyla çok şanslıydık.
her neyse lafı çok uzatmayayım yağmurun altında meşaleler yakıldı kadıköyde birbirine saygılıydı herkes. özellikle de dış görünüşünden dolayı yargılamadı kimse birbirini. ve cumhurbaşkanımızın deyimiyle Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk,silah arkadaşları ve aziz şehitlerimizi saygı rahmet ve şükranla andık
işte bu manzaranın benzerini bugün denizin ortasında vapurda yaşadık :) cnn den haberleri dinliyoruz malum saat 9 suları. içimden geçiriyorum 9:05 te ne olacak? ayağa kalktığımda deli mi diyecekler eşlik mi edecekler? ama düşüncelerim yersiz çıktı ve gemi mürettebatıda dahil genç yaşlı dindar laik hepsi ayaktaydı 9:05 te büyük önder Atatürk, silah arkadaşları ve aziz şehitlerimiz için.. kulaklıklar ellerdeki gazeteler yarım bardak çaylar kenara bırakıldı ve siren sesiyle herkes aynı hüznü yaşadı. cidden ağlamamak için zor tuttum kendimi. yıpranmayan bir kardeşlik ve hep daha ileriye gidecek olan Türkiye için. en güzelide siren çalan bir vapurla saygı duruşunda olmaktı. niye bilmiyorum belki bugün nasip olmasaydı 10 kasımda vapura binmek hiç aklıma gelmezdi. belki yine siren seslerini uzaktan duyar saygımı gösterir duamı ederdim. ama fitneyle bölmeye çalışılan o güzelim kardeşliğimiz tam bugün gerçekten anladım.
bu seneki anma törenleri de daha bir güzel göründü gözüme. öncekiler sanki biraz daha amacından uzak gösteriye yönelikti(Ankara için demiyorum kesinlikle ne haddime çevremde gördüklerimden bahsediyorum)
Ata'yı başka türlü göstermeye kendisinin de eminim tercih etmeyeceği türden vasıflarla anıyorlardı. benim naçizane fikrim sonsuzluk kavramının yanlış kullanılmasında. olayları abartmamak lazım. Atamızın kurduğu cumhuriyet ve onun ilkeleri ölümsüz kendisi değil. o gerçekten ileri görüşlüydü ve biz varlığıyla çok şanslıydık.
her neyse lafı çok uzatmayayım yağmurun altında meşaleler yakıldı kadıköyde birbirine saygılıydı herkes. özellikle de dış görünüşünden dolayı yargılamadı kimse birbirini. ve cumhurbaşkanımızın deyimiyle Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk,silah arkadaşları ve aziz şehitlerimizi saygı rahmet ve şükranla andık
Etiketler:
kalemimden
ses güzel olur falan tamam da
bir insan her şarkısını nasıl bu kadar dinlettirir
sıla başarının timsali oluyor resmen
hangi meslek olursa olsun en önemlisi en iyisi olmak galiba..
Etiketler:
video
ölüm
8 Kasım 2012 Perşembe
Ölümün yaşı yok maalesef.. gencide yaşlısıda birgün çekip gidiyor işte yanına yaptıklarından başka bir şey alamadan..
Az önce aslında hiç de tanımadığım birinin ölümüyle fena halde sarsıldım.. yakın bir arkadaşımın kuzeni 15 yaşında bir genç kız hatta o daha çocuk.. kanser dediler önce sonra kötü huylu..
Kanserde ne ki ecel geldiyse.. arkadaşımın daha önce anlattığına göre umutluydu ilk başlarda ama kanser bitirdi söndürdü o umutları ve gencecik bir hayat daha yeni yeni çiçeklenirken bitiverdi işte. İsyan değil bu söylediklerim sadece insanoğlunun aslında ne kadar aciz olduğuna birkere daha şahit olmanın nefse verdiği acı aslında.
Biliyoruz ya her şeyi. Bilim çağındayız ya. Teknoloji aldı başını gitti. Ama hala önlenemeyen tek şey var ölüm..
‘’Her canlı ölümü tadacaktır.’’
Büyüklenmenin bilgiye tapmanın uçurumuna ne güzel cevaptır ölüm.. Allah(c.c) en büyük cevabı ölüme gizlememiş mi? Verdiği gibi nasılda alıveriyor? Ellerimiz bomboş nasılda bakakalıyoruz? Gücümüz irademiz ne kadar da sınırlı oysa ki Allah ne kadar da büyük. O verdi O aldı. Allah ailesine sabır metanet nasip etsin.
Ölümden korkmak ne acıdır ki sonundan korktuğumuz şeylerden hep kaçarız. Bir gün öleceğimizi bile bile hep yok sayarız onu. Mezarlık gördük mü başka yol ararız çoğumuz. Rahatsız eder bir şeyler bir korku acı bir his. Atalarımız demiş ya hani ölüden değil diriden korkacaksın diye. Bizse hep ölüden(ölümden) korkarız. Azrail(a.s) bizi sadece mezarlıkta bulacakmış gibi kaçarız çoğumuz. Ölümün buz gibi sessizliğinden ürkeriz. Sonundan korkmayana ne mutlu. Ölümden korkmayana ne mutlu. Ölümü vuslat bilenlere ne mutlu.
Allah hayırlı ve imanlı ölüm nasip etsin. Ötelerde utandırmasın..
Saygılarımla..
Etiketler:
kalemimden
bugün benim kardeşimin doğum günü ve ben şu sıralar herşeyden tarihsel çıkarımlarda bulunmaya iyice kaptırdığım için doğum gününün tarihçesini yani ne zamandan beri insanların doğum günü kutladığını merak ediverdim işte :)
yazı o kadar sade ve anlaşılırki kendi cümlelerimle boğmak istemedim ve alıntı olarak paylaşıyorum iyi okumalaar :)
Doğum Günü Kutlamanın Tarihçesi
''Günümüz insanlarının her sene kutladıkları doğum günü adeti tarihteki uygulamalarla tam bir tezat oluşturur. Çok eski çağlarda kişiyi ölüm yıldönümü ile anmak adetti. Kadınların ve çocukların bu gibi yıldönümleri ile alakaları yoktu. Zaten kimsenin doğduğu gün bir yere kaydedilmiyordu ki bilinsin.
Önce Mısırlılar sonra da Babilliler hükümdarlık ailesinin erkek çocuklarının doğum günlerini bir yere kaydetmeye ve zamanın takvimine göre kutlamaya başladılar. Adet sonradan diğer soylu sınıfına da yayıldı.
Tarihte kayda geçen ilk doğum günü kutlaması, milattan önce 3000 yıllarında yaşamış bir Mısır firavununa aittir. O zamanlarda doğum günü kutlaması yaşanılan çevrede yapılıyor, eş, dost, hizmetçiler hatta köleler bile kutlamaya katılıyor, günün şerefine tutuklulara af çıkıyor, esirler serbest bırakılıyordu.
Mısır ve Pers medeniyetlerinden Yunanlara geçen doğum günü adetine burada pasta kesme adeti de eklendi. Ay'ın ve avcılığın tanrıçası Artemis için her ayın altıncı günü yeniden doğuşunun şerefine kesilen pastaya Ay ışığını simgeleyen mumların ilavesi de bu devirlerde olmuştur. Yunanlarda da sadece erkeklerin doğum günleri kutlanmış hatta bu kutlamalar kişi öldükten sonra da devam etmiştir.
Daha sonraları Hıristiyanlık öncesi Roma'da ise imparatorların ve önemli devlet adamlarının doğum günleri Senato kararı ile milli bayram ilan edilmiştir. Sezar'ın doğum günü ise tam bir festivale dönüştürülmüştür. Hıristiyanlığın doğuşu ile birlikte tüm doğum günü kutlama adetleri hep birlikte yok olmuşlardır.
İlk Hıristiyanlar, senelerce gördükleri sıkıntı ve zulüm nedeniyle bu dünyanın zalim ve acımasız bir yer olduğuna inanıyorlardı. Bu nedenle de bir insanın dünyaya gelişini kutlamak için bir sebep yoktu. Kullanacaksa ölüm günü kutlanmalıydı.
Bilinenin aksine Hıristiyan azizlerinin doğum günü diye kutlanan yortu günleri aslında onların ölüm yıldönümleridir. Çünkü ilk Hıristiyanlar ölümü, öbür dünyaya geçmek, gerçek hayata doğmak olarak yorumluyorlardı.
Milattan sonra 245 yılında din adamları Hz. İsa'nın doğum gününü kendilerince kesin olarak tespit ettiklerini sandıklarında bile Kilise, bunun Mısır ve putperestlerden gelen bir uygulama olduğunu ileri sürerek, bir firavun gibi doğum günü kutlamanın günah olduğunu açıklamıştı.
Kilise'nin doğum gününe bakış açısı dördüncü yüzyıldan sonra değişmeye başladı. Bu arada Hz. İsa'nın doğum günü tarihi üzerinde 25 Aralık olarak anlaşmaya varılınca, bu günün 'Christmas' (Noel) olarak kullanılmasına başlanıldı.
Doğum günü adetinin, kadınlar ve çocuklar da dahil tüm aile bireylerini kapsayacak şekilde uygulanabilmesi için ise bir 800 yıl daha geçmesi gerekti. Avrupa'da günümüzdeki anlamı ile doğum günü kutlamaları ancak on ikinci yüzyıldan sonra başlamıştır.''
''Günümüz insanlarının her sene kutladıkları doğum günü adeti tarihteki uygulamalarla tam bir tezat oluşturur. Çok eski çağlarda kişiyi ölüm yıldönümü ile anmak adetti. Kadınların ve çocukların bu gibi yıldönümleri ile alakaları yoktu. Zaten kimsenin doğduğu gün bir yere kaydedilmiyordu ki bilinsin.
Önce Mısırlılar sonra da Babilliler hükümdarlık ailesinin erkek çocuklarının doğum günlerini bir yere kaydetmeye ve zamanın takvimine göre kutlamaya başladılar. Adet sonradan diğer soylu sınıfına da yayıldı.
Tarihte kayda geçen ilk doğum günü kutlaması, milattan önce 3000 yıllarında yaşamış bir Mısır firavununa aittir. O zamanlarda doğum günü kutlaması yaşanılan çevrede yapılıyor, eş, dost, hizmetçiler hatta köleler bile kutlamaya katılıyor, günün şerefine tutuklulara af çıkıyor, esirler serbest bırakılıyordu.
Mısır ve Pers medeniyetlerinden Yunanlara geçen doğum günü adetine burada pasta kesme adeti de eklendi. Ay'ın ve avcılığın tanrıçası Artemis için her ayın altıncı günü yeniden doğuşunun şerefine kesilen pastaya Ay ışığını simgeleyen mumların ilavesi de bu devirlerde olmuştur. Yunanlarda da sadece erkeklerin doğum günleri kutlanmış hatta bu kutlamalar kişi öldükten sonra da devam etmiştir.
Daha sonraları Hıristiyanlık öncesi Roma'da ise imparatorların ve önemli devlet adamlarının doğum günleri Senato kararı ile milli bayram ilan edilmiştir. Sezar'ın doğum günü ise tam bir festivale dönüştürülmüştür. Hıristiyanlığın doğuşu ile birlikte tüm doğum günü kutlama adetleri hep birlikte yok olmuşlardır.
İlk Hıristiyanlar, senelerce gördükleri sıkıntı ve zulüm nedeniyle bu dünyanın zalim ve acımasız bir yer olduğuna inanıyorlardı. Bu nedenle de bir insanın dünyaya gelişini kutlamak için bir sebep yoktu. Kullanacaksa ölüm günü kutlanmalıydı.
Bilinenin aksine Hıristiyan azizlerinin doğum günü diye kutlanan yortu günleri aslında onların ölüm yıldönümleridir. Çünkü ilk Hıristiyanlar ölümü, öbür dünyaya geçmek, gerçek hayata doğmak olarak yorumluyorlardı.
Milattan sonra 245 yılında din adamları Hz. İsa'nın doğum gününü kendilerince kesin olarak tespit ettiklerini sandıklarında bile Kilise, bunun Mısır ve putperestlerden gelen bir uygulama olduğunu ileri sürerek, bir firavun gibi doğum günü kutlamanın günah olduğunu açıklamıştı.
Kilise'nin doğum gününe bakış açısı dördüncü yüzyıldan sonra değişmeye başladı. Bu arada Hz. İsa'nın doğum günü tarihi üzerinde 25 Aralık olarak anlaşmaya varılınca, bu günün 'Christmas' (Noel) olarak kullanılmasına başlanıldı.
Doğum günü adetinin, kadınlar ve çocuklar da dahil tüm aile bireylerini kapsayacak şekilde uygulanabilmesi için ise bir 800 yıl daha geçmesi gerekti. Avrupa'da günümüzdeki anlamı ile doğum günü kutlamaları ancak on ikinci yüzyıldan sonra başlamıştır.''
Etiketler:
alıntıcık :)
İnaçlı ve Aydın
7 Kasım 2012 Çarşamba
Söze nerden başlayacağımı bilemeyecek kadar mutlu etti beni
fatihli THY emeklisi Ersin amca.
Ersin Amca önce aynı otobüse daha sonrada aynı gemiye binmek
suretiyle tanıştığım (belli ki çok görmüş geçirmiş) kelimenin tam anlamıyla bir
İstanbul Beyefendisi.
Kendi anlattığı ve
tanıyabildiğim kadarıyla doğma büyüme fatihli THY’dan emekli yönetici ayrıca
astsubay. Kendisiyle Eminönü kadar aynı otobüsteydik uzun süredir gemiyle
karşıya geçmemiş olacak ki Üsküdar tarafına doğru Kadıköy zannıyla gidiyordu.
İzah ettim gideceği tarafı gösterdim bundan ziyadesiyle memnun olacak ki bir
insan teşekkür ederken ancak bu kadar nazik olur dedirtti. Dışarıda hüzünlü
bir İstanbul sabahı mevcuttu yağmurla
uyanmıştık güne. Aynı zamanda içten içe deniz seferlerinin iptal olması
endişesindeydim. Gemi iskeleye yanaştı haliyle ayaklandık gidiyoruz yağmur
yağıyor şemsiyemi açacağım saırada -ki adının Ersin olduğunu sonradan
öğrendiğim nezaket abidesi amca tuttuğu gibi şemsiyeyi elimden aldı açtı ve
üzerime doğru tutarak lütfen kızım buyurun diyerek kapıyı işaret etti. Ben
böylesine asil bir davranışın 2012 İstanbul’unda hala mevcut olduğunu görmenin
müthiş mutluluğunu yaşarken amca anlatmaya devam ediyor sonradan söylediğine
göre de verdiğim cevapları sohbet etmeye layık bulduğunu ekledi sağolsun. J
Gemiye girdik ki
amca Seda diye seslenerek eşini aramaya başladı. Onun oturduğu yeri tespit
ettikten sonra buyrun kızım yengenin yanına geçelim diyen amcayı kıramadım ve
soluğu Seda Teyzenin yanında aldık. Oturduğumuz andan Çayırbaşı iskelesine
gelene kadar ki zaman zarfında öğrendiklerimi sanırım birkaç cilt kitap
bitirsem anca öğrenirdim. Benim derdim Ersin Amca’nın anlattıklarını size aynen
aktarmak değil sadece anlatmak istediğim şu ki insan sadece bilgisiyle değil görgüsüyle
de kendinden söz ettirir.
Aramızda geçen
20-25 dakikalık sohbet esnasında bilim,tarih,siyaset,ekonomi nelerden
konuşmadık ki. Tam da hem inançlı hem de aydın bir insanla tanışmış olduğumu
düşünürken aydın olmanın dış görünüşle alakalı olmadığını her şeyin aklımızdan
ve kalbimizden geçenlerin harmanı olduğundan dem vurdu ki işte dedim 40 yıl
sonra olmak istediğim yer J
sonradan aynı tabiri benim için de o kullandı inançlı ve aydın.. J
Umarım birgün
biryerlerde tekrar karşılaşma ve sohbet etme imkanımız olur.
Belki birçok kişi ne olmuş yani her şeyini anlatmaya meraklı
çok emekli var diyecek çünkü bunu diyenleri duydum daha önce ama kaç kez çıkar
karşımıza böylesi. Belki de şanslıydım bugün. Ama şunu biliyorum ki bugün bana
kattığı özgüven için ona çok teşekkür etmek isterdim. Evet hatalarla
yanlışlarla düşe kalka da olsa doğru yolda gitmeye çalıştığımı fark ettirdi.
Misyonu olmalı kişinin hep daha iyiyi hedefleyen birey için toplum için.
Misyonumuz eşitlik özgürlük barış olsun o vakit.
Saygılarımla.
Etiketler:
kalemimden
ceza-Turkish march :)
çekim yapılan mekanların muhteşemliğine cezanın ilginç ve bir o kadar da hoş yorumu eklenmiş
iyi seyirler :)
Etiketler:
video
dersi ekmek mi?
dersi bırakıp makineyi dinlenmeye bırakanlarada derse büyük bir iradeyle devam edenlerede saygılaar :)
hem dinlemiyorken dinliyormuş gibi yapmak hocayı kandırmak gibi geliyor bana :D
neyse sanırım bu yaptığı şeye kılıf uydurmak gibi birşey oluyor
bazen dinlenmeye ihtiyaç vardır
sonuna kadar zorlamamk gerekir
hislerimize kulak vermediğimiz zaman kozayı yırtamayan talihsizlerden ne farkımız kalır ki
hayalperestlikle hayallerine göre yaşayan insanlar arasında ince bir ayrım vardır herkesin göremeyebildiği
işte hayallerine göre yaşayanlar zamanına göre yaşamayı bilenlerdir
umarım hayalperestliğin rehavetine kapılmayız :)
Etiketler:
kalemimden
kararsızzz çiklopropan :)
kimya herzaman şifreleri barındırır
gizemin ta kendisidir
ruh halimizi bile ifade edebilir :)
siklopropan=çiklopropan çok kararsız bir bileşiktir
bende genel ruh hali olarak kararsız olduğum için bir süredir nasılsın sorularına siklopropan gibiyim diyorum karşımdakiler anlamıyorlar ama hmm demelerinden anlıyorum ki kafası karışık diye geçiriyorlaar içlerinden propan karışık olmasada kararsızlığı tamda benim halim ileride tam bir siklohekzan(çoook kararlı) olma dileğiylee :)
işteee siklopropan=çiklopropan
gizemin ta kendisidir
ruh halimizi bile ifade edebilir :)
siklopropan=çiklopropan çok kararsız bir bileşiktir
bende genel ruh hali olarak kararsız olduğum için bir süredir nasılsın sorularına siklopropan gibiyim diyorum karşımdakiler anlamıyorlar ama hmm demelerinden anlıyorum ki kafası karışık diye geçiriyorlaar içlerinden propan karışık olmasada kararsızlığı tamda benim halim ileride tam bir siklohekzan(çoook kararlı) olma dileğiylee :)
işteee siklopropan=çiklopropan
Etiketler:
kalemimden
M2M-tHe DaY WeNt AwAy
3 Kasım 2012 Cumartesi
ne kadarda zaman geçmiş üzerinden..
güzel şarkıdır
Etiketler:
video
SOR(MA)
Sormasa keşke insanlar… sukutun üstüne varmasalar öyle
yerli yersiz…cevapsız soruların sürüklediği uçurumlara atmasalar birbirlerini…
Evet keşke sormasak. Bazen insan kendi kendine bile cevaplayamadığı ya
da cevabından korktuğu sorularla yüzleşir. Bu mühim buluşmanın ev sahipleri de
yakın bir dost ya da ailedir çoğu kez.
Sahi neden korkarız sorulardan? Her soru korkutucu mudur? Sorulardan değil
cevaplardan korkuyorouz beklide..
Ne sebeple olursa olsun karşınızdaki
gözlerini kaçırıyorsa cavaplayamadığı şeyler vardır belki söylemek istemez
belki. Sormamak gerek öyle yerli yersiz. Sormamak gerek işte..
Önemli
olan mesafeleri aşmak aşabilmek değil midir? Hani hal dili nerde? Neden birbirimizi
sadece anlamaya çalışmıyoruz ki?
Çok
muhatap olduğum cevapsız bırakmayı çok istediğim soruları kimseye sormamaya
karar verdim. Sadece yaşamak istemediğimi yaşatmak istemiyorum..
Etiketler:
kalemimden
BEN,BENCİL,YALNIZ
İnsanları
anlamak gittikçe zorlaşıyor nedendir bilinmez. Bilinmez dediğime bakmayın
aşikar aslında. Yalnızlaşıyoruz hissizleşiyoruz gitgide. Teknolojiyi
suçlamayacağım çokları gibi. Empati kurduğumu zannedip ana babalara çamur da
atmayacağım yetiştiremiyorlar diye. Bu yaşadıklarımız/yaşayacaklarımız
insanlığın doğal süreci aslında. Çünkü insanın karmaşık yapısı tam da buna
müsait.
Demek
istediğim şu eşref-i mahluk kainat harikası insanoğlunu bir çorbaya
benzetsek;kazanının içinede envaiçeşit malzeme atsak ve bunlardan biride benlik
olsa ya da benlik(zira farklı şeylerdir çoğu kimse aynı deyip geçiştirsede).
Önce
benliği ele alalım. Benlik ilkokul sözlüklerindeki tabiriyle de ustaca kocaman
sözlüklerdede yani temelde ‘bir kimsenin öz varlığı,kişiliği.’ Birinci anlamına
sahiptir. Ve o kişilik haddizatıyla sevmeye başlar kendini. Kendini diğerleri diye
tabir ettiklerinden üstün görme yoluna girişebilir. Bencillik ise ‘yalnızca
kendini düşünen,egoist.’ Birinci anlamına sahiptir. Aynı manada olmasalarda
aynı kapıya çıkarlar tabi kişinin ölçüyü kaçırmasıyla.
Velhasıl
insan önce benliğinin farkına varır. Yaptıklarının yapabildiklerinin
mükemmeliyetine kusursuz ve tartışmasız(özelliklede eleştiriye kapalı)
doğruluğuna inanmaya başlar ki inanç telaffuzu kadar kolay değildir. İnançla
aşılamayacak şey yoktur tıpkı başaracağına inanmak gibi. Yani kişi eğer kendi
mükemmeliyetine inanmışsa tehlike çanları ben buradayım demeye başlar. Sonra o
benlik bir hoş gözükür sonra daha hoş. Bakmış ki ‘ben’in esiri oluvermiş.
Farkermez ama bunu ta ki birileri onu titretip kendine getirene kadar ki burada
en büyük görev candan bir dost ve şuurlu bir ailenindir. İşte gerekli önlemler
alınmadığı(çevrenin pek kıymetli ikazları) taktirde sonuç vahimleşmeye ve
bencillik denen çamurlu yola saplanmaya başlar. Bencilliğin sonu ise malum
YALNIZLIK.
Neden
mi bencilliğin sonu yalnızlık? Sadece kendi istek ve arzularına önem
veren,yalnızca kendi emellerini değerli gören bu insanlar etrafından
soyutlanmaya başlar. Tabi soyutlanmadan evvel bir ‘kabul ettirme’ sürecinden
geçer. Onun sevdiği şeyleri(müzik,film,kitap) onun hayal ettiği şeyleri beğenmeleri
gereklidir çevresindekilerin. Ama çoğu kez işler yolunda gitmez ve ‘kimse beni
anlamıyor’koridoruna çoktan sapılmıştır. Israrla dener anlamaları için ama
kimse %100 bir diğerini anlayamaz ta ki yaşamadan. Anlaşılmadığı noktada yavaş
yavaş değersizleşir gözünde kendisini onaylamayanlar. Zamanla onlar zevksiz ve
anlayışsızdır düşüncesi gelir taht kurar o biricik aklına. Ve yaftalaması
hazırdır: insanlar çok BENCİL. Belki bunları okurken içinizden şuna da bak
bencilliğin alası kendisinde ama nelerden dem vuruyor diye. Olsun en azından
beni kimsenin tamamiyle anlamasını beklemiyorum zira mümkün olmadığının
farkındayım. Karşımızdakine bencil demeye başladığımız anada bencilleşmeye
başlamış hatta bir hayli de yol katetmiş oluyoruz aslında.
NİYE
YALNIZIZ?
Yalnızız
çünkü empati denen şeyi ne doğru anladık ne de doğru uyguladık.(uygulayan
numune-i cananlar üzerlerine alınmasın efendim)
Yalnızlaştık
çünkü tahammül denen güzel bir şeyler hep eksik kaldı. Yalnızlaştık çünkü
gerçek dünyada bulamadığımız, birbirimizden esirgediğimiz sıcak tebessümler J gibi ifadelerle sanal ortamda
bir varlık kazanabilmeye çalışırken yerleşti hayatımıza.
Yollar
ne kadar mühim!
Kulaklıkla
dolaşmayan o kadar az kişi kaldı ki. Kulaklığımı çıkarıp devam ettim bir gün
yoluma. Sabah otobüse binerken şoför amca bana günaydın dedi J kızı üniversiteyi yeni kazanmış
onu anlattı bana durduk yerde. Okulların zorlaştığından sistemin sürekli
değiştiğinden, sabah sabah bir sürü şeyden dem vurduk sevimli amcayla. Sonra
vapura bindim mürettebattan biri buyurun efendim dedi şöyle bir duraksadım
adamcağızın şaşkın bakışları karşısında. Teşekkür edip geçerken acaba her sabah
böyle yol veren nazik bir insana cevap vermeden duygusuzca geçip gidiyor muydum
diye çok pişman oldum. Yol haritamı çizer gibi oldum ama sonra tekrar otobüse
bineceği ve bu seferki şoför amca gel kızım derse yetişeceksin belli ben şimdi
hareket edeceğim diye beni çağırmaz mı işte pişmanlığın ve utancın ileri
evresi. Pek karamsar bakarmışım meğer hayata. İnsanlar hiçte kötü değil(bazıları
hariç J ) sen kötü bakmadıktan sonra. Temkinli olmak
şart tabi ama şans vermeli önce karşındakine.
Kulaklık
örneği sadece bir tanesiydi tabi. Atomu parçalamaktan bile zor olan önyargı
yıkma olayına birçok kez girişmiş biri olarak hayli baş ağrıtıcı olduğunu
söyleyebilirim.
Velhasıl
bencilliğimizde yalnızlığımızda bizim elimizde diyerek toplumsal mesaj verme
çabasına girişmeyeceğim J tek
diyebileceğim şu :
Herkes
istediği gibi yaşasın sevdiği şeylerle meşgul olsun sadece kimseyi kendi
zevklerini beğenmeye zorlamasın ve onların ilgi duyduklarını küçümsemesin
yeter. İhtiyaç duyduğumuz tek şey saygı. Saygı sevginin ikiz kardeşidir.
Kardeşini asla yalnız bırakmaz.
Sevgilerimle.
Etiketler:
kalemimden
Benim
çok çok çok ama çok sevdiğim bir arkadaş var,dost,kardeş.heveslendirdi
beni.yeniden sahalara dön dedi J. Bakalım neler
olacak bende çok merak ediyorum. içimdeki buruk hasreti sonlandırmadaki desteği
için sonsuz teşekkürler sonuçta cesaret denen şey ha deyince gelmiyor J
Etiketler:
kalemimden
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)